iletişim

fanzinmatmazel@gmail.com

30 Mayıs 2010 Pazar

yüzleş(-me) -kim bilir?-kaç kişiyle?!

sürekli hesapların büyülü dansçısı
yeni tapınağın sulu gözlü tanrıçası,
duydun mu beni
çok uzağındayım?
dip boyası yeni gelmiş saçlarım
boyasız
makyajsız
maskesiz
suratım..
senden!
kimsesiz
özentisiz
çaresiz
bu
yeni
küçük kozalağımla
tanıyamadın mı beni?
çok (mu) yakınındayım?
-yok (mu)
yanındayım?

sokak lambasının odama vurduğu ışıkla, sadece kısa bir an için aydınlanan odamda ağrıyan karnımla; yorgun, bitkin,halsiz yatıyorken uzanmışken isli yatağıma; aklımdan geçen tek şeyin sen olman tesadüf müydü? yoksa beynimin bana oynadığı şu lanet oyunlardan biri daha mı? yahut yarattığım bu yalnız parçalanmışlığın bütüne olan tehlikeli arzusu mu? -kelime oyunu yapmayalım leydim. Yapalım! Niye yapmayalım?! Niye yapmayacakmışım? Yapacağım! Açıktan, muğlak olmadan somutluklarımızla oyun oynamak en büyük yetimiz değil miydi? Ama sen çok mu uzağımdaydın?

Yağmurun sadece dip boyası gelmiş saçlarını ıslatmasını isterdim. Ama ben tanrıçaydım - ama sen çok (mu) yakın- ama çok uzak.. Yanımdaydın. Yanımdasın..
Yağmur sadece saçlarını ıslatsın..


Kırmızı

Babaanne Hatun

Bir beyin varmış bir zamanlar
Düşündükleriyle sorgulamayı yeni yeni öğrenen
Teoride ne de güzel başkaldırırmış yanlış olana
Ezdirmezmiş de hiçbir fikrini
Savunurmuş hep sonuna kadar
Cevap vermesini de iyi bilirmiş
Kim olursa olsun dermiş soru soran
Ben bildiğimle inandığımla varım
Bir gün en sevdiklerinden birine
Belki de o küçük dünyasının en değerli dişisine
El kaldırmış kendini bilmezin biri
Sorsan belki o kendini bilmez de çok sever ya bu beyni
Dünyadaki en içine edilesi sevgi
Kendi içinde fırtınalar koparacak
Sanki dünyayı ayaklandıracak bu beynin kendi
Gerçek bu ya bir kadına el kaldırmak hangi erkeğin haddi
Ama bir bakmış gözyaşı olmuş akmış
O beynin hem soğukkanlılığı hem idealleri
Napsın ki şimdi o çocuk kalbi
Olanı biteni gitmiş en güvendiklerine anlatmış
Düşünmüş ki onla aynı ideallere inanan büyükleri elbet
Bulacaktır biz çözüm
Ne yapmış dersiniz bu büyükler
Gitmişler konuşmuşlar o kendini bilmezle usul usul
Demişler o da bizim bir sevdiğimizdir sever bizi kendince
Vermişler bir tanesini yine o densize
Küçük beynimiz de yutmuş bütün haykıracaklarını sessizce
Bütün idealizmi süzülmüş gözlerinden akmış
Diyememiş ki dili
Ekonomik bağımsızlık
Kadına özgürlük
Boşanma hakkı
Şiddet karşıtlığı
Tüm bu olanlar girmiş hep uyku öncesi düşlerine
Cüret edememiş sesini çıkarmaya ama rahat da etmezmiş ki içi
Kaç yıl geçmiş üstünden büyümüş bizim ufaklık
Ama hep gitmiş kontrol etmiş pek değerlisini
Ola ki ona zarar vermeye kalkarsa şerefsizin biri
Gösterecekmiş o an kendini
Bildirecekmiş o şerefsize haddini


alaca
sevgilim barış..
güvercinler kutsaldır barış, sevgi dağarcığını geliştirir insanın. genişletir o körpecik bedenlerde ki küçücük mutlulukları. utandırır hem egolarına yenik düşmüş, hep daha fazlasını arzu eden insanları. güvercinler kutsaldır barış..
bir anı var içimde.. çıkmaya çalıştıkça bastırıyor tüm göğüs kafesimi. parçalıyor. içimi yakıyor.. acı kum gibi bir şey bu barış.. seni özlüyor biliyorum. sende biliyorsun. gördüm!
o korkarak bakan, ağlayan kadınları.. babaları ölmüş küçücük küçük çocukların gözlerindeki dehşeti... barış seni özlüyor bu küçük çocuklar; bu ağlayan kadınlar.. dünyanının bir başka yerinde benim gibi olan insanlar.. özlüyor seni.. güvercinlere söyle o tarafa gitsinler barış. söyle güvercinlerine gitsinler..
üzerimizden bulutlar geçiyor. kapkara.. bulutlara söyle çekilsinler barış..
bahar getir kaldır bu karın kalınlığını.. kaldır barışş..
huzur getir bu toprağa; mutluluk getir..
gel artık barış..


balımsultan.
rakı beyazı
ürpertisi
ile açıyorum
gözlerimi
ucu yanmış bir kağıt!
--gece...
kapıyorum göz pınarlarımı
--gece..

adam karanlıktı belki
yahut üşümüştüm
ya da ıslaktım belli ki
alışkındım
gölgeye
bilmem
ne diye
sahi
ne diye?
nerde ya da
neden
diye sorgulamak--gerek..

--aa sultanım kaçırdınız ama keyfinizi.
kaçtı keyfim büsbütün.
aa tüm keyfim..
kaçtı!
--kaçmak mı?
acizlik memleketi!
bazen orhan veli gibi
düşünesim de
gelmiyor değil..
''rakı şişesinde balık''
''rakı şişesi''
''rakı''
-rakı
beyazı
ürpertisi..
gölgeleri kokluyorum.
gözlerine
düşen
düşleri
topluyorum.
böyle geçiyor
vakit..
düşüyorum kalkıyorum.
düşüyor kalkıyor
--düş---kalk---


kendisindenbaşkaeksiğiolmayankadın.

BİR BAHAR NEVROZMASI

Soluk bir gün ışığı kirli, tozlu masaya düştü. Kadın umutsuz, yalnız, kırgındı. Çaresizliğin sıkıntısı yüreğinden taşmış, ruhuyla bedenini kaplamıştı. Hissetmiyordu, duyuları taşlaşmış gibiydi, ama yine de göz pınarlarına birikenlere engel olmakta zorlanıyordu. Ne geçmiş ve gelecek ne de bugünün kaygısı vardı. Zamandan, mekândan ayrı “gibi”ydi. “Gibi” doğru edat mı onu da bilmiyordu.
Boğazıyla yüreği arasında sürekli bastırdığı, dışa taşması onu ürküten – belki rezil olma korkusu – bu yüzden de karnında karıncalanma duyuran bir şeyler, adlandıramadığı duygular içindeydi.
Belki de boşluk, hiçlik onu en iyi tanımlayan sözcüklerdi. İnancı vardı. Yaradan’a ve O’nun buyruklarına, iç sezileriyle uymaya çalışırdı. Bazen bildiği halde yasaklara uyamazdı; bazen de ortam, insanlar yönünde akıp gider, mantığını kullanmayı aklına getiremezdi.
İsyanlarını sessiz yaşamak zorundaydı. Zira sesli isyanları çoğunlukla yanlış anlaşılır ya da o yanlış ifade ederdi. Biriktirmekten bir türlü vazgeçemedi: duygularını, kırılganlıklarını, isyanlarını, acılarını, sevgilerini, aşklarını, şefkatini, ilgisi-ilgisizliğini...
Koca bir “neden” sorusunun karşılığını bir türlü bulamıyor ya da yanıtı görmekte hâlâ zorlanıyor...


FİKRİYE
Hani merhaba diyorsun ya gelince
Sert ama içten sevecen sesin değiyor kulaklarıma
Alevi türküleri sarıyor dört bir yanımı
Konuşurken en içine bakıyorsun gözlerimin
Çıplak hissediyorum kendimi
Ama yine de
Başka gözlere denk gelince kaçmayı seçen gözlerim
Öyle takılıp kalıyor seninkilere
Gitme istiyorum
Gitmeyeyim istiyorum
Senin serzenişlerine benim susuşlarıma hapsoluyor
Karnımdaki kelebek kanatlarının devinimi
Sonra belki onaylıyorum seni
Veyahut isyan ediyorum ben de
Sesim titriyor
Gözlerim gülümsemeni izliyor sadece
Beynim mantıklı cümleler kurmaya çalışıyor
Ağzım susmaya karar veriyor sonra
Kulaklarım seni dinlemeye
Diyemiyorum ki:
Tut bi de beni elimden be
Çek kurtar sokak lambasının sarı ışığında
Gölgesini izleyen kedi kadar yalnız olmaktan
Sev bi de beni
Söylemene gerek yok
Ellerini hissetsin sadece saçlarım
Öpmek iste
Ama dudakların değmesin dudaklarıma
Elde edilmemiş olanın güçlü arzulanışı kaybolmasın hiç
Ya da yok yok
Vazgeçtim hepsinden
adını söyle!


suda seken yassı parlak taş

İlk Yazı

Şimdi anlatacağım hikâye için çok uzaklara gitmeniz gerekmiyor. Belki de yollar yolları çağırır. Bir iki adımınız denizleri aşmanızı ister. Fakat bir şeyin farkına varın ki gökyüzünün derinliklerine bakıp oraya bir yerlere ait hissetmek de yolculukların en zorudur. Görüp de dokunamamak. Bir de her şeye dokunup da görememek vardır ki onlar bu hikâyeyi anlamlandıramayacaklardır. Çünkü hikâyenin başkahramanı her an hayatınızın bir ucunda duruyor ve siz onu görmemekte öyle kararlısınız ki…
Neyse ki o siz inansanız da inanmazsanız da orada duruyor işte. Şimdi yerinde yeller esen bir ormanın kalbiydi o. Diğer hikâyeler gibi şimdi ne zaman olduğunu tam olarak kestiremediğimiz zamanlardı. Bakın, diyordu o zamanlar, gördüklerinize inanın. Önemli olan yerin altındakiler değil de üstündekilermiş meğer. O kadar güzelmiş ki yeryüzü, binlerce renk barındıran kanada sahip kuşun sadece bir tüyü olduklarına inanamamışlar. Güzelliğe incinir diye dokunmaya çekinen, ona dokunursa artık eski kendileri olmayacağından korkan o insanlar ne zaman öldü? İşte o vakitler ormanın kalbi çağrıldı. Eli yavaşça tutularak güzel sözler söylendi. Ama o herkesle o şekilde konuştuğu için fark etmedi belki de bir şeylerin farklı olduğunu. Ona bir lordun varlığından söz ettiler. Küçük kibar yüzü ilk defa merakla aydınlandı. Bu yeni hisle daha fazla anlatmalarını istedi. Belki de her zaman yaptığı gibi susmalıydı. Ama küçük dudakları bir kere aralanmıştı ve karşıdakilerin duracağı yoktu zaten. Ona lorttan bahsettiler, onu sanki ona bahşettiler. Önünde eğilenleri onurlandırdığını söylediler. Ormanın kalbi uzun kirpikleri arasından sızan ışıkla uzun uzun düşündü. İçinden ne büyük korkular geçti de söyleyemedi. Sadece size ne veriyor demekle yetindi. Ormanın kalbine keselerinden çıkarıp gösterdiler. Ormanın kalbinin yüzüne yansıdı renkler. Parlak… Güneşi mi taklit ediyorlardı? Peki, bunlar neden o lorda aitti? Bu soruların hepsi unutuldu. Ormanın kalbine lordun yanına gitmeyi teklif ettiler. Bir kere daha merakla aydınlandı. Gitmeyi kabul etti. Onlar lorda doğru ilerlerken tüm güzellikler endişeyle ormanın kalbinin yanına ruhlarını yolluyorlardı. Çünkü yeryüzü sakinleri artık eskisi gibi değildi. Yeşil onlar için sadece yeşildi artık. Çiğ tanelerinin parladığını ne çabuk da unuttular.
Lort ile orman yolunun ortasında buluştular. Lort tabiri caizse prensesin önünde eğildi. Ona sahip olduğu parlak taşlardan daha değerli olduğunu söyledi. Ormanın kalbi bunu zaten bilse de yeni bir hisle tanıştı. İçinde yeniden vücut buldu sanki. Onu ormandan çıkarıp başka güzellikleri içinde nasıl barındırabileceğini keşfetmek istediğini söyledi lort. Ormanın kalbi nedendir inandı birden her şeyiyle lorda.
Ormandan çıktığında güzellikleri sonsuzluğa karışsa da inanamadı olanlara. Alev aldı birden bire etekleri, saçları. İnanamadı bir türlü. Ormana doğru kaçmaya çalıştı. Ne ormanı ne? Kurumuş otların içinde dizlerini karnına çekti, oturdu. Artık gözyaşları içindeki acı dışında başka bir şeyi büyütmüyordu. Keşke her şey onun suçu olsaydı. Her şeyi kaybederken insanlık, ne arayacaktı ki burada? o hala buralarda, oralar diyemem, bir yerlerde kurumuş otların arasında akmış gözleriyle sana bakıyor. İnsanların inancını kaybedince yok olan Pan gibi değil, sizin ona ihtiyacınız var ve o orada duruyor. Ormanın kalbi kurumuş yanmış fakat hala güzellikleri görebilen gözlere bir göz kırpma aralığında.

A. H. N. Başar

kahve-şarap..

kahve
şarap
hayatlarım vardı
sen;
gelip
geçip
gitmeden
öncesine..
sonsuz
demem
ağlarım.

yalnızsam ki
ne
ağlarım.
bazen gökyüzüne dolanır saçlarım.
boş bir inşaatın
yerden bitme
buz betonuna
oturur
gece
demem
gündüz
demem
yalnızsam
-ki
yalnızım.
ağlarım.
bazense kuşlar geçer aklımdan
ayaklarım çoğalır
koşarım sana
gece demem
gündüz demem
atarım seni
fildişi yatağıma..
sen
okşarken
saçlarımı;
ben
gene ağlarım.
bazense
anahtar kilitlerine
takılır aklım.
oturur
hiç üşenmez
ağlarım..
gece
demem
sonrasında..

sonrası;
iç güveysi
duygularla;
çatıdan atlayıp sokağa
beynimi
bedenimi
düşüncelerimi
kimliğimi
karakterimi
de
dahi,
bıraktım denize..
yağmur yağsa diyorum
şimdi
yağsa da
yıkasa avuçlarını!
onları yüzüne
sürsen,
sürsen de
güç nedir
görsen,
görsen de
acizliğini bilsen.
bilsen
de
bilmesen
de
-hoş!
bilsem
de
bilmesem
de
atlardım
gene çatıdan
atlardım
gene denize..

kahve-şarap
hayatlarım var şimdi..
çamaşır makinasında
yıkadım
birini..
birini
yer silmek
için
kullandım.
ötekisiyle
yıkadım
saçlarımı..
sen
gel--ip
geç--ip
giderken;
şarkı yaptım.
tanıdğım
tanıştığım
tanıyacağım
erkeklerimle
kavgalar ettim.
onlara yaptığım
şarkılarımı
söyledim.
şevkatle;
saçlarını okşadım
her birinin
tek tek.
öptüm onları sonra
öpmek ki
ne öpmek..
şehvetin arzunun
kırmızı şarap kokan
kırmızı dudaklardan
birbirine dolanan
ve çelik gibi kuvvetle
yapışan
bir kılıç oluverdim.
öptüm ki
onları
ne öp--me--k!
dövdüm sonra
hepsini.
her birini
tek tek.
sevmem hiç birini
sorsan,
hala..

çatıdan atlayasım var..
sonrası
deniz..


kendisindenbaşkaeksiğiolmayankadın.