iletişim

fanzinmatmazel@gmail.com

30 Mayıs 2010 Pazar

İlk Yazı

Şimdi anlatacağım hikâye için çok uzaklara gitmeniz gerekmiyor. Belki de yollar yolları çağırır. Bir iki adımınız denizleri aşmanızı ister. Fakat bir şeyin farkına varın ki gökyüzünün derinliklerine bakıp oraya bir yerlere ait hissetmek de yolculukların en zorudur. Görüp de dokunamamak. Bir de her şeye dokunup da görememek vardır ki onlar bu hikâyeyi anlamlandıramayacaklardır. Çünkü hikâyenin başkahramanı her an hayatınızın bir ucunda duruyor ve siz onu görmemekte öyle kararlısınız ki…
Neyse ki o siz inansanız da inanmazsanız da orada duruyor işte. Şimdi yerinde yeller esen bir ormanın kalbiydi o. Diğer hikâyeler gibi şimdi ne zaman olduğunu tam olarak kestiremediğimiz zamanlardı. Bakın, diyordu o zamanlar, gördüklerinize inanın. Önemli olan yerin altındakiler değil de üstündekilermiş meğer. O kadar güzelmiş ki yeryüzü, binlerce renk barındıran kanada sahip kuşun sadece bir tüyü olduklarına inanamamışlar. Güzelliğe incinir diye dokunmaya çekinen, ona dokunursa artık eski kendileri olmayacağından korkan o insanlar ne zaman öldü? İşte o vakitler ormanın kalbi çağrıldı. Eli yavaşça tutularak güzel sözler söylendi. Ama o herkesle o şekilde konuştuğu için fark etmedi belki de bir şeylerin farklı olduğunu. Ona bir lordun varlığından söz ettiler. Küçük kibar yüzü ilk defa merakla aydınlandı. Bu yeni hisle daha fazla anlatmalarını istedi. Belki de her zaman yaptığı gibi susmalıydı. Ama küçük dudakları bir kere aralanmıştı ve karşıdakilerin duracağı yoktu zaten. Ona lorttan bahsettiler, onu sanki ona bahşettiler. Önünde eğilenleri onurlandırdığını söylediler. Ormanın kalbi uzun kirpikleri arasından sızan ışıkla uzun uzun düşündü. İçinden ne büyük korkular geçti de söyleyemedi. Sadece size ne veriyor demekle yetindi. Ormanın kalbine keselerinden çıkarıp gösterdiler. Ormanın kalbinin yüzüne yansıdı renkler. Parlak… Güneşi mi taklit ediyorlardı? Peki, bunlar neden o lorda aitti? Bu soruların hepsi unutuldu. Ormanın kalbine lordun yanına gitmeyi teklif ettiler. Bir kere daha merakla aydınlandı. Gitmeyi kabul etti. Onlar lorda doğru ilerlerken tüm güzellikler endişeyle ormanın kalbinin yanına ruhlarını yolluyorlardı. Çünkü yeryüzü sakinleri artık eskisi gibi değildi. Yeşil onlar için sadece yeşildi artık. Çiğ tanelerinin parladığını ne çabuk da unuttular.
Lort ile orman yolunun ortasında buluştular. Lort tabiri caizse prensesin önünde eğildi. Ona sahip olduğu parlak taşlardan daha değerli olduğunu söyledi. Ormanın kalbi bunu zaten bilse de yeni bir hisle tanıştı. İçinde yeniden vücut buldu sanki. Onu ormandan çıkarıp başka güzellikleri içinde nasıl barındırabileceğini keşfetmek istediğini söyledi lort. Ormanın kalbi nedendir inandı birden her şeyiyle lorda.
Ormandan çıktığında güzellikleri sonsuzluğa karışsa da inanamadı olanlara. Alev aldı birden bire etekleri, saçları. İnanamadı bir türlü. Ormana doğru kaçmaya çalıştı. Ne ormanı ne? Kurumuş otların içinde dizlerini karnına çekti, oturdu. Artık gözyaşları içindeki acı dışında başka bir şeyi büyütmüyordu. Keşke her şey onun suçu olsaydı. Her şeyi kaybederken insanlık, ne arayacaktı ki burada? o hala buralarda, oralar diyemem, bir yerlerde kurumuş otların arasında akmış gözleriyle sana bakıyor. İnsanların inancını kaybedince yok olan Pan gibi değil, sizin ona ihtiyacınız var ve o orada duruyor. Ormanın kalbi kurumuş yanmış fakat hala güzellikleri görebilen gözlere bir göz kırpma aralığında.

A. H. N. Başar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder