iletişim

fanzinmatmazel@gmail.com

9 Temmuz 2010 Cuma

2. sayı



2. sayı sokakta, okulda, denizde, masada, kütüphanede, cafelerde, çay bardağında, dudaklı sigaralarda, camekanlı gözlüklerde, angora şaraplarında, yüksek topuklarda, mor lambalarda, inci olmayan inci küpelerde...
2. sayı kadınlarla...

Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı'yı öpüyoruz.
Em seroke Belediya Rize ye Xelil Bakırcı mac dıkın.

Emeğinden ve fanzini hazırlarken bizi beslediğinden ötürü Seldoşko'ya, danışmanlığından dolayı Heja'ya teşekkürler... =)

Östrojen değilim!

Ben; Anadolu topraklarında var olmuş, Dünya vatandaşı olan, 19 yaşında bir kadın bireyim. Cinselliğin tabu yönlerinin ortadan kaldırılmaya başlandığı 21. yüzyılda, yozlaşmakla yobazlaşmak arasında sıkışmış ruhum. Özgürlükçüyüm. Serbest cinselliği destekliyorum. Ama… Hey! Salgıladığı testosteronla var olan sayın erkek! Sana sesleniyorum. Senin cinsel objen değilim. Bacak değilim. Meme değilim. Göt değilim. Dudak değilim. Vajina hiç değilim. Hormonlarımla kontrol edilmiyor benim beynim. Alkollüyken artan libidonu dindirebileceğin bir vücut değilim. “İçince gel bebeğim. Sabah kalkar gidersin. Nolcak?” değilim. Ah! Evet, buldum. Yobazlaşmış değilim. Tutuculuğumdan değil senin yarattığın cinselliğe antipatim. Ben senin aktif bir cinselliğe sahip bir birey olarak toplumda var olmandan rahatsızım. Ben yıllardır karanlığa itilmiş cinselliği, nedense sadece karşı cinsin bir anda püskürmeye başlamış olmasından hoşnut değilim. Suratıma bakıp rahatça “Ben aslında sadece 18 yaşındaki her erkeğin istediğini istiyorum.” diyebiliyor olmanla barışık değilim. Bana baktığında beni görmediğini aslında bile bile, her şeyin sadece senle ve senin ufaklıkla alakalı olduğunun farkında olarak yatağına girmeyeceğim. Dürtülerimin esiri değilim. Ah, evet şimdi gidiyorum. Ama yatağından gidip, hatta belki ufak sorumluluklar almaktan kaçınılarak gönderilip hayatında var olmaya devam edecek kadar yalnız ve çaresiz değilim. Alkolün etkisiyle inandıklarımı bir an arka plana atmayı düşünmüş olsam bile, hep söylerim ya ben inandıklarımla varım. Yanımda bir adet testosteron daha dolaşsın diye onlardan vazgeçmeyeceğim. Fert oluşuma saygı duyanlarla mevcudum ben. Hoş, yalnızlıktan delicesine korksam bile etrafımda bir dünya sik kafalıdan başka bir şey kalmayacak olsa da korkularımla yok olmayı tercih ederim. Evet, Anadolu’da 19 yaşında bir adet kadın birey dolaşıyor. Tükenmez bir yenilik özlemi var belki içinde, bilincini kaybettiğinde çokça ortaya çıkan. Toplumun dayattığı normlardan nefret ediyor. Geleneksel ahlaki değer kırıntılarını istemiyor içinde. Seksin de özgürce yaşanabilmesinden yana. Sonuna kadar. Ama o, bencil ve kötü ruhların dünyayı kaplamakta olmasını artık istemiyor.

Suda seken yassı parlak taş

unutulmuşkırmızı

Dudaklarımı kırmızıya boyadım, dün gece, tam da sen uykudayken. Sana yazdığım mektupları aradım,yoktular. Yakmıştım hatırladım. Sonra pencereme bir sinek kondu, kaç gündür gitmiyor, onun sen olabilme ihtimaline vurdum ben de kendimi. Sinek oluyorsun. Kapkara bir sinek, vızıltısı vızıltı değil, sanki ölüm sesi, bir sureti var görmelisin. Beni o kadar korkutuyor ki bu böcek, sen olma ihtimaline vurdum ben de kendimi. Onun gözlerinden beni izlediği. Görüyor musun sevgilim? Ne hale geldiğimi? Böcekleri sana benzetiyorum şimdi. Dört gündür gitmiyor penceremden. Keşke özleyip, izlesen sen de beni. Bir pencere aralığından. Nefret ettiğim iğrenç bir böcek gibi.

Rüyalar görüyorum ne zamandır. Bilirsin pek rüya görmem oysaki. Erkek organı taşıyan kadınlar görüyorum. İnleyerek boşalıyorlar, çirkinleşiyorlar, kendilerinden iğreniyorum. Korkuyorum sonra hem. Çok korkuyorum bu kadınlardan, ben pembe bir bulutun içindeyken onlar aşağıdalar. Ama göz göze geldik mi yanıyor gözlerim. Görüyor musun sevgilim? Ne hale geldiğimi? Seni düşünerek uyuduğumda oluyor bunlar. Tam dört gündür aynı kabus. İşte aşağıdaki penisli kadınlara benzetiyorum seni, bir o kadar çirkin.

Ufacık seslerle irkiliyorum. Ben ki nelere cesaret eden bir kadın! Adımla sallanırdı erkeklerin korkucuk tepecikleri. Kaçıyorum şimdi bu yuvadan. Bir tütsü yakıyorum sonra, dumanında sen tütüyorsun. Koku ağırlaştıkça kanım nikotine acıkıyor, ağzımda bir kuru tat. Su içmeye gidemiyorum, musluktan gelen sese irkiliyor yüreciğim. Görüyor musun sevgilim? Ne hale geldiğimi? Seni dünyanın en zararlı kokusuna benzetiyorum, içine çektikçe bastırıyorsun insanın göğüs kafesini. Daraltıyorsun tüm ciğerlerimi, öyle berbat bir koku ki, öldürücü, zehirli…

Tam dört gündür uğursuzluğun uğultusu beynimde. Susmuyor , susmuyor işte düşüncem. Seninle ve yine seninle ilgili bir çok hayal.. köpeklerle seviştiğini bile düşünüyorum çoğu zaman, seni insanın yanına layık göremiyorum sevgilim..
Layık olmadığından..

Ben, ben her zamanki şalımı attım sırtıma, oturdum bu gece sana yazabileceğim en romantik mektubumu yazdım.en son romantiğimi. Şimdiyse yağmur sesinin karla ilintilendiği yatağıma,kabuslarıma,sineğe, kokuya son vermeye uyuyorum. Beni düşünme sevgilim beni sorma,ben iyiyim.
Kendisindenbaşkaeksiğiolmayankadın.

kucak dansı

Salt olarak özlediğimi söyleyebilirim. Ancak neyi ya da kimi özlediğimi bilmiyor gibiyim. Bir saniye… Neyi sorusuna cevap verebilirim. Güvende olmayı ve sevilmeyi özlüyorum sanırım. O ikisi olmadan o kadar çok zaman geçirdim ki eksikliğini hissettiğim onlar mı emin olamıyorum. Zavallı ben giriş, gelişme ve sonuç bölümlerine sığdırılmak zorundayım. Hoş, roman olsam ne fayda? !

Bugün iş çıkışı yine uzun yoldan gitmeyi tercih ettim. Soğuk hava montumu delip bedenimi titretiyordu. Vücudumun bu denli farkında olmak canımı acıtsa da bunun iyi geldiğini hissediyordum.

İstifa etmek mi? Elinden başka bir şey gelmeyen ve bu işe kirpiklerine kadar giren biri olarak istifa etmek, hadi oradan bırakmakla intihar etmek aynı şey. Keşke şu filmlerdeki sert rock parçalarıyla –her anlamda- dans eden tekinsiz seksi hatunlar gibi olsaydım. Çünkü öyle olunmaz doğulur. Ben bazen fark etmeden demir parmaklıkları sıkan, bacağını açarken bir yere çarpıp morartan bir yosmayım sadece. Keşke ah keşke… Eğer düşlediğim gibi olsaydım belki hayat düşlediğim gibi kolay olurdu. Bu benim seçimim hayatın bana sunduğu bir kanepe seksi dişlerimin arasından geçmesi gereken. Asla ve asla fakirliğin içine doğduğum için değil. Aslında ben olmam gereken yerdeyim. Kendimi kurtarabileceğim en yüksek tepeye tırmandım. Yarı çıplak şekilde tırmandığım bar direği olsa da mahalle aralarında sürtmekten iyidir. Keşke yosma olmak havalı olsaydı diye düşünürdüm eskiden. Kendimi kandırmaya çalışmadım değil ama yetmedi.

Camekânların içinde dans ederken ışıklı şık bir caddede olduğumu hayal ediyorum. Sanki şık bir restoranda yakışıklı sevgilim baştan çıkarmaya çalışıyormuşum gibi dans ediyorum. Başka türlü ömrümü burnumu cama yapıştırarak diğer kızlar ne yapıyor diye bakarak geçireceğim. Çünkü biliyorum. Bazen gözlerimi sımsıkı yumsam dahi sevgilimi göremiyorum, ışıklı caddede yürüyemiyorum. Dumanlanmam gerek biliyorum. Fakat iş başındayken olmaz, başka türlü de çekilmez ya. O meşhur psikopat müşteri hikâyeleri kulağımda çınlıyor. Uyanık olmalıyım diye düşünüyorum. Neyse bugün de her şeyin farkında olayım bari. Camekânın önünden geçen yüzlere bakarak eğleniyorum.

Bana âşık olmazsınız. Eğer olursanız karşılığımda sadece aşağılanırsınız. Dışarıda hiçbir kadın bunları size kendi isteğiyle yaşatmadığı için buradasınız. Ve âşık oldunuz öyle mi? Cık, cık yazık! Hâlbuki başka yerde tanışsaydık sizi sevebilirdim yalanını atmayı ne çok isterdim. Ne yazık ki şu anda ilgilenmem gereken vereceğiniz bahşişi nasıl arttırabileceğim. Biliyorsunuz kucak dansçılarına artık öyle bol keseden maaş yok. Nasıl olsa para sıkıştıran bol, dediler. Ben de can havliyle şortun cebine sıkıştırılan miktar artsın diye üstümü çıkarıyorum ve senin elin cebine gidiyor.

J.J.

dilruba

Dilruba;
Sana ne söylemeli, ne demeli biliyor musun? Müntehir yokluğa adanmış kızgın bir serçe, hayatı hep böyle düşünmek, düşmek…

Düşmek dedim de, düştüğüm çok oldu biliyor musun? Ve düşürüp bir şeyleri, düşündüğüm de çok oldu. Ağlar gibi olup ağlamadığım, ağlamaz gibi durup çağladığım.. çok..!
Sana bu tanımlama az gelir. Düşününce.(çok fazla yaptım bu düşünme işini). Ruhunun gölgesinde koşan bir hayalperest, hayatı hep böyle imge.

İmge dedim de(bak sen aklıma gelene), kafamın içinde kuyruklarını birbirine değdirmeden dolandırdığım simgelerim de çok oldu, biliyor musun? Kapalı anlamlara yüklediğim gerçeküstü düşüncelerim de.. ama şimdi pek bir şey ifade etmeyecek, zira güzel bir imge dolanırken dünyanın eksenini yine. Ben anlayıp, anlatıp… ağlayamam bunları sana.

Birkaç gündür bir şeyler duyuyorum. Sana ait. Seninle ilgili. (ben yoktum şimdi. Sadece sen vardın. Ve biz biz olamamıştık hiçbir zaman oysa ne çok istemiştim bunu) bir sürü saçma tanımlama! Beynimde çok fazla terim var.(--mış öyle diyorlar)yerimde duramadan o tanımları değiştirmeliydim. Çünkü herkesin bir kimsesi vardır, bir de k i m s e s i z l i ğ i.
Ben senin kimse’n-sem; kimsesizliğini sana ithaf etmeliydim. Ki—ö y l e d e o l d u.
Kendisindenbaşkaeksiğiolmayankadın.

sır


Ben bakir bir erkekle evlenmek istiyorum. Ne o öyle! Kimle yatıp kalktığı belli olmayan bir adamla benim ne işim olur. Orospu derler adama. Denir mi. Denir. Niye denmesin. Yazık olur çocuklara. Hem baba mı olur o kaltaktan. Düşünsene bi kızım; resmen herifi sikmişler sikmişler atmışlar sonra. Bu salak herifte kullandırmış kendini. Sonra sen bununla evlenip evine koca; çocuğuna baba yapıcaksın! Yok ya. Orospudan adam; bakirliğini kaybeden heriften insan mı olur? Evlenecek erkek var eğlenecek erkek var. Haksız mıyım yani?

Bak kızım; bu herifler gecenin bu saatinde dışarıda dolaşıyolar ya. Aranıyo bunlar kesin. Aranıyolar belli!! Yani sokaklara düşer mi bu saatte bu yaşta bu çocuklar. Düşmez. Kesin düşmüşler bunlar belli. Düşmüşler. Nereye düştükleri de belli. Gece gece evinde otursa ya bu dalyaraklar! Bela mı arıyolar. Yok. Kesin am peşine düşmüşler baksana. Tam pezevenk bunlar. Of of of. Herifin göte bak göte. Hey yavrum benim. Erkek güzelim. O fındık götü yerler. Yerler. Üüüf. Aranıyolar belli. Aradıklarını da verelim. Haksız mıyım şekerim? Hahayt!

Lan nereye gittin lan bu saatte geliyosun eve serefsizin dölü. Komşu komşu diye hangi karılara gidiyosun sen lan. Kimlere elletiyosun kendini. Kimlere öptürüyosun lan. Şş bana bak bana; seni koca diye eve aldık başımıza çıktın sikbeyin. Oğlum sana demedim mi bin defa; kır dizini otur evinde diye lan. Demedim mi lan. Şimdi vurmiim mi o küçük kafanı dağıtmiim mi. Hak etmedin mi okkalı sopalı dayağı? Kemerimi çıkart lan. Çıkart lan. Ulan orospu çocuğu. Ulan yavşak. Ağlama lan. Ağlama. Ne lan bu vız vız vır vır. Çıkar lan kemeri. Şş kaçma lan valla Çok vurmucam. Gece gece sinirlerimi bozdu götveren dallama!

Bebeğim var ya herifte bir yarak var üff ama. Baktım başta nazlanıyo. Alttan da çadırı kurmuş ama haspam. Böyle yüzü filan kızarıo zibidinin. Dedim çıkar üstünü. Yok dedi. Dedim çıkar lan üstünü. kadınım benim diye boynuma dolandı.ağladı ağlayacak. Konsatrasyonumu bozacak diye biraz çekindim başta; Ama görceksiniz lan. Romantizm filan diye aranıyo. Benim bi orgazmlık sabrım kalmamış yani. Öyle kızım. Herifin üstünü başını yırtışım var. Göğüs kasları bildiğin baklava baklava. Yemezler mi lan o baklavayı dedim. Daldım göğüslerine. Bi yandan da elim bizim gavatın cebinde. Emdikçe şişiyo emdikçe şişiyo. Üf ulan ne gündü. Ama iyi parçaydı yavşak oglu yavşak. Bi de nazlanmıyo mu ince ince. Ah ulan.

(bak sana çok küçük bir sır vereyim mi. Ya da vazgeçtim ben de kalsın.)

Kendisindenbaşkaeksiğiolmayankadın.

işkence

Bugün ilk defa bir adamın bakışları buruk bir tat bıraktı ağzımda. Gülümsedi gözlerini her gördüğümde. Gençliğimin heyecanına sevindi. Ama kendi heyecanlılıklarına bir özlem büyüttü içinde sanki. Sonra bi daha baktım emin olabilmek için. Evet evet sevimli görünüyordu ona benim koşuşturmacalı, dünyayı çok ciddiye alan, insanları fazlasıyla önemseyen, ufak sorunlarını büyütüp büyütüp sonra onlara dertlenen ergensi hallerim. Özeniyordu sanki biraz bana. Yitirdikleriyle doluydu mavi-yeşil gözleri. Özlüyordu geri dönemeyeceğinin bilinciyle. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacak oluşunun kabullenmişliği çökmüştü üzerine. Olur muydu ki? Olduramıyordu işte. Biliyordum. O da direniş bayrağını almıştı bir dönem eline. Benim coşkumla haykırmıştı inandıklarını. Söylememişti. Hiçbir şey söylememişti bana. Ama biliyordum işte. Ödetmişlerdi ona da. Kime ödetmediler ki sanki. Belki benim de ödeyeceklerimi görüyordu bana bakınca. İşte o yüzden içimi burkuyordu gözleri. Bense naptıklarını görüyordum ona bakınca. Bilmiyordum eskiden nasıl bir insandı. Tanıdığımdan değil. Değişimin kokusunu alıyordum ama. Emek vermişti. Hak istemişti. Ellerinden biliyordum. Emeğin izlerini taşıyordu elleri. Hala emek veriyordu, hak istiyordu. Aynı değildi ama. İşkence etmişlerdi ona biliyordum. Mavi-yeşil gözlerinden biliyordum. Konuşurken ufak takılmalarından biliyordum. Bir cop iniyordu hala ağzını açtığında böğrüne. Susturulacakmışçasına kuruyordu cümlelerini. Ama bırakmıştı ki çoktan bir şeyler söylemeyi. Boşlukları doldurmaya, normalleşme rüzgarına kendini bırakmaya konuşuyordu sadece. Deniyordu bir nevi. Olduramayacağını bile bile… Gülüyordu arada ben bir şeyler anlatınca. Yok yok gülümsemiyordu bu sefer gülüyordu. Eksikti ama bir şeyler. Zorlama, yapmacık… Neydi ters olan? Sıkmış mıydım ki onu? Ama yok bende değildi sorun. Unutmak için çabaladığı hatıralar ardından geliyordu. Görüyordum güldüğünü ama dişlerini hiç göremediğimi düşünüyordum. Unutturmuşlardı gülmeyi. İşkencecinin suratına suratına her kahkaha atışında bir tırnağı daha düşmüştü belki yere. Kendinden emin karşılarına dikildiğinde bir dayak daha onu bekliyordu. Her gerçeği haykırmayışında bir kez daha yakıyordu elektrik cinsel organını. Ama neden canı acıyordu? Yaptıklarının hiçbirinin doğruluğundan şüphe etmezken, neden burada olmamak için yalvarıyordu o aslında inanmadığı tanrıya? O bilmiyordu ama parmaklarım tek tek dolaşıyordu suratındaki çizgilerde. Her dokunuşumda farklı bir anı karşılıyordu beni. Bir diğer yıpranmışlıkla yıpranıyordum her yarıkta. Sonra neden bir daha karşılaşıyordum o mavi-yeşil gülümsemeyle. Canımı yakıyordu. Bakışlarındaki burukluğa içim acıyordu. Değişimin böyle zalimcesine içim acıyordu. Babama içim acıyordu. Henüz doğurmadığım oğluma, olamadığım devrimciye, bir de işkencecinin kızına… Fark ediyordu belki canımın yandığını. Son bir gülümseme hediye ederek bir bahane bulup gidiyordu. Daha sonra yeni bir tane getirmek üzere…
suda seken yassı parlak taş

bakbana

Bana bak. Çek ellerini çek. Çek üzerimden ellerini, gözlerini. Kimsin ki sen.
-kes sesini orospu!
(Asıl sen kes sesini. Bunu söylemeli miyim gerçekten bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Ve kafam da karışık. Terbiyesiz cümlelerin ahenkli duruşları beynimde sancılanıyor. Sen bu degilsin!)
Ben bu degilim.
- köpek gibi her dedigimi yapacaksın! O etegi giyme dedim!
Bana bağırma. Yeter artık. Yetti anlıyor musun. Yeter. Ben kimsenin köpeği değilim. Olmadım. Olamam da. Ben köpek değilim. Hala anlamıyorsun. Hala.
- dışarıda çok sahipsiz köpek var. Sen benimsin. Ve bana aitsin. İstesem dışarıdaki kızları tercih ederdim. Bana ait olduğundan yerinde duracaksın. Bu akşam da dışarı bensiz çıkamazsın. Çıkmayacaksın da.
Bana emir kipiyle konuşma lütfen. Bak sana değer veriyor oluşum sana ait oldugum anlamına gelmiyor. Ben kendime aidim. Dışarıda-haklısın- çok sahipsiz köpek var. Sahibi olanlara da çoğu sadık degil. Bu gereksiz cümleleri bana söyletmek mecburiyetinde misin? Tanrım! Bu konuşma ne kadar da yersiz. Ne kadar da gereksiz. Olmadığım biri gibi davranmak daha da daha da daha … fazla istemiyorum.
- seviyorum de! Bırakmayacağım de! Benden ayrılamazsın.
Ayrılırım da; bırakırım da. Seviyorum da. Gidiyorum da. O eteği giyiyorum da. Bu gece kız arkadaşlarımla barda içiyorum da. Vursan da.—sıkıyorsa—vurmasan da..
Rosa.

bisiklet

“Vahşet dolu erkeklerin hâkimiyetine en cesur karşı koyuşlardan birini yapmış kadına, Lysistrata’ya…”
Tırmandım. Bir çam ağacının tepesinden bakıyorum dünyaya. Solumda bir kozalak. Gün batmış. Yazabileceklerimi düşlüyorum. Yazmayı arzuladıklarımı… Ama kalemim değdiğinde sayfaya benliğim o öfkeyi hissetmiyor. Hala mı? Evet, hala… Hala bir şaşkınlık bir algılayamayış hali gölgeliyor duygularımı. Hava kararınca sokakta göremediğim kadınlar düşünüyorum. Neredesiniz? Ben değil. Ben oradayım. Saat 23.00 sularında bir caddede yürüyorum. Hayatlarını evlerinin dışına da kurabilmeyi bilenlerle birlikte… Bi de günün ikinci yarısını kadınlardan çalmış iğrenç toplumun meyveleri var. Orada, sokakta… 14 yaşındaki bisikletli çocuk! Yavaş yavaş kızıyorum. Ama çocuğa değil. Onu hala anlayamadım. Ne ki bu? Ergen ruhunun açlığını ellediğin kalçalarla mı doyuruyorsun? Merak ediyorum. Ama çocuğa değil yine de. Biliyorum ki ergenlik zor. Nereye çekerlerse seni meyillisindir oraya gitmeye. Toplumca tutmuşuz bir bok çukuruna çekiyoruz biz de birbirimizi. O çocuğu yetiştiren anneye sinirleniyorum bu sefer. Öpülesi abileri var bi de bu çocuğun. Bir sokak lambasının önünde bir yandan çekirdek çitleyip bir yandan cigara tüttürürken, yoldan geçene laf atarak gün-gece geçiren… Onların annelerine sinirleniyorum. Bakın, görün! Sizler yarattınız bu karşı cinse duyulacak olan saygıyı ana-bacı sahiplenişinden öteye götüremeyen nesli. O serserileri oğul, komşu çocuğu diye siz bastınız bağrınıza. Kız kardeşlerine yahut sevdiceklerine bir söz gelmiş diye kafa göz patlamış eve döndüklerinde sırtlarını sıvazlarken, o sulandıklarının da birisinin kızı, kardeşi, sevdiği olduğunu siz öğretmediniz. Empati yoksunu er bireyleri siz otoriteleştirdiniz de aynı zamanda bu topluma. Hava karardıktan sonra ekmek almaya küçük oğlunu gönderen, kapıyı kocasına açtıran, kızına akşam ezanında evde olmasını tembihleyen kadınlara kusuyorum o artık kabarmış öfkemi. Geceleri benden sizler çalmadınız mı? Sokakları, köşebaşlarını, bakkal önlerini beyni uçkurunda olan o iğrenç mahlukata siz teslim etmediniz mi? Eşiniz gece ağzını yaya yaya millete laf atarken siz ağzınızı kapatıp evde oturdunuz.

Çam ağacının tepesindeyim hala. Saat geç. Ama erkekler orada. Kadınlar! Nerdesiniz? Aşağı inmek için bir alt dala uzatırken ayağımı küfürler savuruyorum size. Eve döndüğünüzde “bey”inize cümleler kurun diliyorum. Korkmadan… Sorgulayarak… Başkaldırın istiyorum. Başkaldıralım. Geceler bizim de olsun!
suda seken yassı parlak taş

30 Mayıs 2010 Pazar

yüzleş(-me) -kim bilir?-kaç kişiyle?!

sürekli hesapların büyülü dansçısı
yeni tapınağın sulu gözlü tanrıçası,
duydun mu beni
çok uzağındayım?
dip boyası yeni gelmiş saçlarım
boyasız
makyajsız
maskesiz
suratım..
senden!
kimsesiz
özentisiz
çaresiz
bu
yeni
küçük kozalağımla
tanıyamadın mı beni?
çok (mu) yakınındayım?
-yok (mu)
yanındayım?

sokak lambasının odama vurduğu ışıkla, sadece kısa bir an için aydınlanan odamda ağrıyan karnımla; yorgun, bitkin,halsiz yatıyorken uzanmışken isli yatağıma; aklımdan geçen tek şeyin sen olman tesadüf müydü? yoksa beynimin bana oynadığı şu lanet oyunlardan biri daha mı? yahut yarattığım bu yalnız parçalanmışlığın bütüne olan tehlikeli arzusu mu? -kelime oyunu yapmayalım leydim. Yapalım! Niye yapmayalım?! Niye yapmayacakmışım? Yapacağım! Açıktan, muğlak olmadan somutluklarımızla oyun oynamak en büyük yetimiz değil miydi? Ama sen çok mu uzağımdaydın?

Yağmurun sadece dip boyası gelmiş saçlarını ıslatmasını isterdim. Ama ben tanrıçaydım - ama sen çok (mu) yakın- ama çok uzak.. Yanımdaydın. Yanımdasın..
Yağmur sadece saçlarını ıslatsın..


Kırmızı

Babaanne Hatun

Bir beyin varmış bir zamanlar
Düşündükleriyle sorgulamayı yeni yeni öğrenen
Teoride ne de güzel başkaldırırmış yanlış olana
Ezdirmezmiş de hiçbir fikrini
Savunurmuş hep sonuna kadar
Cevap vermesini de iyi bilirmiş
Kim olursa olsun dermiş soru soran
Ben bildiğimle inandığımla varım
Bir gün en sevdiklerinden birine
Belki de o küçük dünyasının en değerli dişisine
El kaldırmış kendini bilmezin biri
Sorsan belki o kendini bilmez de çok sever ya bu beyni
Dünyadaki en içine edilesi sevgi
Kendi içinde fırtınalar koparacak
Sanki dünyayı ayaklandıracak bu beynin kendi
Gerçek bu ya bir kadına el kaldırmak hangi erkeğin haddi
Ama bir bakmış gözyaşı olmuş akmış
O beynin hem soğukkanlılığı hem idealleri
Napsın ki şimdi o çocuk kalbi
Olanı biteni gitmiş en güvendiklerine anlatmış
Düşünmüş ki onla aynı ideallere inanan büyükleri elbet
Bulacaktır biz çözüm
Ne yapmış dersiniz bu büyükler
Gitmişler konuşmuşlar o kendini bilmezle usul usul
Demişler o da bizim bir sevdiğimizdir sever bizi kendince
Vermişler bir tanesini yine o densize
Küçük beynimiz de yutmuş bütün haykıracaklarını sessizce
Bütün idealizmi süzülmüş gözlerinden akmış
Diyememiş ki dili
Ekonomik bağımsızlık
Kadına özgürlük
Boşanma hakkı
Şiddet karşıtlığı
Tüm bu olanlar girmiş hep uyku öncesi düşlerine
Cüret edememiş sesini çıkarmaya ama rahat da etmezmiş ki içi
Kaç yıl geçmiş üstünden büyümüş bizim ufaklık
Ama hep gitmiş kontrol etmiş pek değerlisini
Ola ki ona zarar vermeye kalkarsa şerefsizin biri
Gösterecekmiş o an kendini
Bildirecekmiş o şerefsize haddini


alaca
sevgilim barış..
güvercinler kutsaldır barış, sevgi dağarcığını geliştirir insanın. genişletir o körpecik bedenlerde ki küçücük mutlulukları. utandırır hem egolarına yenik düşmüş, hep daha fazlasını arzu eden insanları. güvercinler kutsaldır barış..
bir anı var içimde.. çıkmaya çalıştıkça bastırıyor tüm göğüs kafesimi. parçalıyor. içimi yakıyor.. acı kum gibi bir şey bu barış.. seni özlüyor biliyorum. sende biliyorsun. gördüm!
o korkarak bakan, ağlayan kadınları.. babaları ölmüş küçücük küçük çocukların gözlerindeki dehşeti... barış seni özlüyor bu küçük çocuklar; bu ağlayan kadınlar.. dünyanının bir başka yerinde benim gibi olan insanlar.. özlüyor seni.. güvercinlere söyle o tarafa gitsinler barış. söyle güvercinlerine gitsinler..
üzerimizden bulutlar geçiyor. kapkara.. bulutlara söyle çekilsinler barış..
bahar getir kaldır bu karın kalınlığını.. kaldır barışş..
huzur getir bu toprağa; mutluluk getir..
gel artık barış..


balımsultan.
rakı beyazı
ürpertisi
ile açıyorum
gözlerimi
ucu yanmış bir kağıt!
--gece...
kapıyorum göz pınarlarımı
--gece..

adam karanlıktı belki
yahut üşümüştüm
ya da ıslaktım belli ki
alışkındım
gölgeye
bilmem
ne diye
sahi
ne diye?
nerde ya da
neden
diye sorgulamak--gerek..

--aa sultanım kaçırdınız ama keyfinizi.
kaçtı keyfim büsbütün.
aa tüm keyfim..
kaçtı!
--kaçmak mı?
acizlik memleketi!
bazen orhan veli gibi
düşünesim de
gelmiyor değil..
''rakı şişesinde balık''
''rakı şişesi''
''rakı''
-rakı
beyazı
ürpertisi..
gölgeleri kokluyorum.
gözlerine
düşen
düşleri
topluyorum.
böyle geçiyor
vakit..
düşüyorum kalkıyorum.
düşüyor kalkıyor
--düş---kalk---


kendisindenbaşkaeksiğiolmayankadın.

BİR BAHAR NEVROZMASI

Soluk bir gün ışığı kirli, tozlu masaya düştü. Kadın umutsuz, yalnız, kırgındı. Çaresizliğin sıkıntısı yüreğinden taşmış, ruhuyla bedenini kaplamıştı. Hissetmiyordu, duyuları taşlaşmış gibiydi, ama yine de göz pınarlarına birikenlere engel olmakta zorlanıyordu. Ne geçmiş ve gelecek ne de bugünün kaygısı vardı. Zamandan, mekândan ayrı “gibi”ydi. “Gibi” doğru edat mı onu da bilmiyordu.
Boğazıyla yüreği arasında sürekli bastırdığı, dışa taşması onu ürküten – belki rezil olma korkusu – bu yüzden de karnında karıncalanma duyuran bir şeyler, adlandıramadığı duygular içindeydi.
Belki de boşluk, hiçlik onu en iyi tanımlayan sözcüklerdi. İnancı vardı. Yaradan’a ve O’nun buyruklarına, iç sezileriyle uymaya çalışırdı. Bazen bildiği halde yasaklara uyamazdı; bazen de ortam, insanlar yönünde akıp gider, mantığını kullanmayı aklına getiremezdi.
İsyanlarını sessiz yaşamak zorundaydı. Zira sesli isyanları çoğunlukla yanlış anlaşılır ya da o yanlış ifade ederdi. Biriktirmekten bir türlü vazgeçemedi: duygularını, kırılganlıklarını, isyanlarını, acılarını, sevgilerini, aşklarını, şefkatini, ilgisi-ilgisizliğini...
Koca bir “neden” sorusunun karşılığını bir türlü bulamıyor ya da yanıtı görmekte hâlâ zorlanıyor...


FİKRİYE
Hani merhaba diyorsun ya gelince
Sert ama içten sevecen sesin değiyor kulaklarıma
Alevi türküleri sarıyor dört bir yanımı
Konuşurken en içine bakıyorsun gözlerimin
Çıplak hissediyorum kendimi
Ama yine de
Başka gözlere denk gelince kaçmayı seçen gözlerim
Öyle takılıp kalıyor seninkilere
Gitme istiyorum
Gitmeyeyim istiyorum
Senin serzenişlerine benim susuşlarıma hapsoluyor
Karnımdaki kelebek kanatlarının devinimi
Sonra belki onaylıyorum seni
Veyahut isyan ediyorum ben de
Sesim titriyor
Gözlerim gülümsemeni izliyor sadece
Beynim mantıklı cümleler kurmaya çalışıyor
Ağzım susmaya karar veriyor sonra
Kulaklarım seni dinlemeye
Diyemiyorum ki:
Tut bi de beni elimden be
Çek kurtar sokak lambasının sarı ışığında
Gölgesini izleyen kedi kadar yalnız olmaktan
Sev bi de beni
Söylemene gerek yok
Ellerini hissetsin sadece saçlarım
Öpmek iste
Ama dudakların değmesin dudaklarıma
Elde edilmemiş olanın güçlü arzulanışı kaybolmasın hiç
Ya da yok yok
Vazgeçtim hepsinden
adını söyle!


suda seken yassı parlak taş

İlk Yazı

Şimdi anlatacağım hikâye için çok uzaklara gitmeniz gerekmiyor. Belki de yollar yolları çağırır. Bir iki adımınız denizleri aşmanızı ister. Fakat bir şeyin farkına varın ki gökyüzünün derinliklerine bakıp oraya bir yerlere ait hissetmek de yolculukların en zorudur. Görüp de dokunamamak. Bir de her şeye dokunup da görememek vardır ki onlar bu hikâyeyi anlamlandıramayacaklardır. Çünkü hikâyenin başkahramanı her an hayatınızın bir ucunda duruyor ve siz onu görmemekte öyle kararlısınız ki…
Neyse ki o siz inansanız da inanmazsanız da orada duruyor işte. Şimdi yerinde yeller esen bir ormanın kalbiydi o. Diğer hikâyeler gibi şimdi ne zaman olduğunu tam olarak kestiremediğimiz zamanlardı. Bakın, diyordu o zamanlar, gördüklerinize inanın. Önemli olan yerin altındakiler değil de üstündekilermiş meğer. O kadar güzelmiş ki yeryüzü, binlerce renk barındıran kanada sahip kuşun sadece bir tüyü olduklarına inanamamışlar. Güzelliğe incinir diye dokunmaya çekinen, ona dokunursa artık eski kendileri olmayacağından korkan o insanlar ne zaman öldü? İşte o vakitler ormanın kalbi çağrıldı. Eli yavaşça tutularak güzel sözler söylendi. Ama o herkesle o şekilde konuştuğu için fark etmedi belki de bir şeylerin farklı olduğunu. Ona bir lordun varlığından söz ettiler. Küçük kibar yüzü ilk defa merakla aydınlandı. Bu yeni hisle daha fazla anlatmalarını istedi. Belki de her zaman yaptığı gibi susmalıydı. Ama küçük dudakları bir kere aralanmıştı ve karşıdakilerin duracağı yoktu zaten. Ona lorttan bahsettiler, onu sanki ona bahşettiler. Önünde eğilenleri onurlandırdığını söylediler. Ormanın kalbi uzun kirpikleri arasından sızan ışıkla uzun uzun düşündü. İçinden ne büyük korkular geçti de söyleyemedi. Sadece size ne veriyor demekle yetindi. Ormanın kalbine keselerinden çıkarıp gösterdiler. Ormanın kalbinin yüzüne yansıdı renkler. Parlak… Güneşi mi taklit ediyorlardı? Peki, bunlar neden o lorda aitti? Bu soruların hepsi unutuldu. Ormanın kalbine lordun yanına gitmeyi teklif ettiler. Bir kere daha merakla aydınlandı. Gitmeyi kabul etti. Onlar lorda doğru ilerlerken tüm güzellikler endişeyle ormanın kalbinin yanına ruhlarını yolluyorlardı. Çünkü yeryüzü sakinleri artık eskisi gibi değildi. Yeşil onlar için sadece yeşildi artık. Çiğ tanelerinin parladığını ne çabuk da unuttular.
Lort ile orman yolunun ortasında buluştular. Lort tabiri caizse prensesin önünde eğildi. Ona sahip olduğu parlak taşlardan daha değerli olduğunu söyledi. Ormanın kalbi bunu zaten bilse de yeni bir hisle tanıştı. İçinde yeniden vücut buldu sanki. Onu ormandan çıkarıp başka güzellikleri içinde nasıl barındırabileceğini keşfetmek istediğini söyledi lort. Ormanın kalbi nedendir inandı birden her şeyiyle lorda.
Ormandan çıktığında güzellikleri sonsuzluğa karışsa da inanamadı olanlara. Alev aldı birden bire etekleri, saçları. İnanamadı bir türlü. Ormana doğru kaçmaya çalıştı. Ne ormanı ne? Kurumuş otların içinde dizlerini karnına çekti, oturdu. Artık gözyaşları içindeki acı dışında başka bir şeyi büyütmüyordu. Keşke her şey onun suçu olsaydı. Her şeyi kaybederken insanlık, ne arayacaktı ki burada? o hala buralarda, oralar diyemem, bir yerlerde kurumuş otların arasında akmış gözleriyle sana bakıyor. İnsanların inancını kaybedince yok olan Pan gibi değil, sizin ona ihtiyacınız var ve o orada duruyor. Ormanın kalbi kurumuş yanmış fakat hala güzellikleri görebilen gözlere bir göz kırpma aralığında.

A. H. N. Başar

kahve-şarap..

kahve
şarap
hayatlarım vardı
sen;
gelip
geçip
gitmeden
öncesine..
sonsuz
demem
ağlarım.

yalnızsam ki
ne
ağlarım.
bazen gökyüzüne dolanır saçlarım.
boş bir inşaatın
yerden bitme
buz betonuna
oturur
gece
demem
gündüz
demem
yalnızsam
-ki
yalnızım.
ağlarım.
bazense kuşlar geçer aklımdan
ayaklarım çoğalır
koşarım sana
gece demem
gündüz demem
atarım seni
fildişi yatağıma..
sen
okşarken
saçlarımı;
ben
gene ağlarım.
bazense
anahtar kilitlerine
takılır aklım.
oturur
hiç üşenmez
ağlarım..
gece
demem
sonrasında..

sonrası;
iç güveysi
duygularla;
çatıdan atlayıp sokağa
beynimi
bedenimi
düşüncelerimi
kimliğimi
karakterimi
de
dahi,
bıraktım denize..
yağmur yağsa diyorum
şimdi
yağsa da
yıkasa avuçlarını!
onları yüzüne
sürsen,
sürsen de
güç nedir
görsen,
görsen de
acizliğini bilsen.
bilsen
de
bilmesen
de
-hoş!
bilsem
de
bilmesem
de
atlardım
gene çatıdan
atlardım
gene denize..

kahve-şarap
hayatlarım var şimdi..
çamaşır makinasında
yıkadım
birini..
birini
yer silmek
için
kullandım.
ötekisiyle
yıkadım
saçlarımı..
sen
gel--ip
geç--ip
giderken;
şarkı yaptım.
tanıdğım
tanıştığım
tanıyacağım
erkeklerimle
kavgalar ettim.
onlara yaptığım
şarkılarımı
söyledim.
şevkatle;
saçlarını okşadım
her birinin
tek tek.
öptüm onları sonra
öpmek ki
ne öpmek..
şehvetin arzunun
kırmızı şarap kokan
kırmızı dudaklardan
birbirine dolanan
ve çelik gibi kuvvetle
yapışan
bir kılıç oluverdim.
öptüm ki
onları
ne öp--me--k!
dövdüm sonra
hepsini.
her birini
tek tek.
sevmem hiç birini
sorsan,
hala..

çatıdan atlayasım var..
sonrası
deniz..


kendisindenbaşkaeksiğiolmayankadın.